NE NÜKLEER NE KÖMÜR NE DE ALDATMA

Posts tagged ‘toplumsal maliyet’

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TOPLUMSAL MALİYETİ

Bir hastalık yüzde bir, binde bir, yüzbinde bir görülebilir. Hasta için oran yüzde yüzdür, münferit değildir.

 Dr. Adnan Yüce

Kısa cümle, aydınlık cümle… ne demek? Ne kadar kısa, kimin için aydınlık? Fikri balta ile belinin ortasından kesmek…

Cemil Meriç

Umur Gürsoy

Genel toplumun yaklaşık % 5’i çevresel etmenlere karşı aşırı duyarlı (nane molla) insanlardan oluşur. Bunlar, diğer toplum bireylerine göre çevre etkenlerinden daha çabuk etkilenir ve daha çabuk hasta olurlar. Bunlardan sonra sağlıklı kuşaklar oluşturabilmek için toplumun özel koruma altına aldığı ve sağlıkta risk grubu dediğimiz çocuklarımız, anne ve anne adayı yaş grubundaki kadınlarımız ve yaşlılarımız gelir.

Risk, yemek yerken lokmanın soluk borusuna kaçmasında olduğu gibi yarar beklenen bir iş veya girişimde tehlike olasılığı demektir. Ülkemizde önemsenmese de çevre sağlığı hizmetlerinden en önemlisi 1- Risk analizidir. Risk analizi çok geniş bir alanda risk değerlendirmesi, risk yönetimi ve risk iletişimi adı verilen çok uzmanlı ve çok bilimli (multidisipliner) çalışmaları gerektirir. “Çevresel tehlikelerin insandaki potansiyel yan etkilerinin tanımlanması” şeklinde tarif edilen risk değerlendirmesi; mutlaka sosyal ve ekonomik yapıları da hesaba katmakta ve risk, sosyo-ekonomik koşullara büyük ölçüde bağlı olarak tanımlanmaktadır.

Risk analizi, risk belirleme yapılarında bilinmeyenleri belirlemeyi ve etkenle karşılaşan kişi ve gruplar tarafından algılanması anlamında riskin anlaşılmasını (risk iletişimini ve risk algılanmasını) da içerir. Genellikle, riskle karşılaşma ve sonuç çalışmaları büyük ölçüde belirsizlik içerir. Birçok durumda risk istatistiksel olarak çok iyi bilinmesine rağmen olaylar tek tek ele alındığında risk belirsizleşmektedir. Risk değerlendirmesi a) Karşılaşılan etken sağlığa zararlı mıdır?; b) Sağlık riski ile etkenle karşılaşma arasında bir ilişki var mıdır?; c) Etkenle karşılaşmanın toplumdaki boyutu nedir? ve d) Halk sağlığı sorunun büyüklüğü nedir? sorularına yanıt arar.

Kentsel Dönüşüm Projesi (KDP) ve Amacı Nedir?

Şehir planlamacılarının konusu gibi gözükmekle birlikte pek çok mesleği ilgilendiren ve nasıl olması gerektiği konusunda üzerinde yeterince toplumsal uzlaşı olmadan başlatılan KDP ve onun görünür amacı özetle: “Temelde, çöküntü alanı haline gelmiş, fiziksel, sosyal, ekonomik açıdan sorunlu kent parçalarının kente kazandırılması”, ve tabii ki özellikle eski imar yönetmeliklerine göre yapılan depreme dayanıksız binaların yok edilmesidir.

“Kentsel Dönüşüm Yasası” diye bilinen ve HDK ve BDP milletvekilleri dışındaki parlamento içi muhalefetin de desteği ile çıkan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüşümü Hakkındaki Kanun” gereği, Başbakanımızın 05 Ekim 2012 Cuma günü başlattığı KDP kapsamında 35 ildeki (kimi kaynaklarda 33 il) yaklaşık 7 milyon (6,6 milyon) (kimi kaynaklarda yaklaşık 9 milyon) bina yıkılacak. 2008 verilerine göre Türkiye genelinde 15 milyon 514 bin 953 konut, bir milyon 427 bin 860 özel iş yeri, 304 bin 548 kamu iş yeri, 546 bin 454 yazlık-mevsimlik konut ve 318 bin 676 adet de inşaat (bitmemiş yapı) var. Çevre ve Şehircilik (ÇŞ) Bakanlığı’na göre bina sözcüğünün ‘konut’ demek olduğu ve “… sayıları yaklaşık 19 milyona ulaşan bu konutlardan 2000 yılı öncesinde yapılan 14 milyonunun afet riski yönünden incelenmesi sonucunda; Deprem tasarımı ve malzeme dayanımı yetersiz olan ve mühendislik hizmeti almayan kaçak yapılar dahil yapı stoğunun yaklaşık %40‘ının (6-7 milyon konut) yenilenmesi yada güçlendirilmesi gerektiği” anlaşılıyor, ama resmi açıklamalardan bina sözcüğünün kaç ‘işyeri’ni kapsadığı ve kaç ailenin ‘yuvasının yıkılacağı’ anlaşılmıyor. Dolayısıyla yazımızdaki hesaplama ve varsayımların hemen hepsi tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir ‘bina’ varsayımına dayanıyor.

Türkiye’nin Yarısı Yıkılacak

ÇŞ Bakanımız tarafından “karşı çıkmanın hainlikle suçlandığı” projenin hedefi bir günde 3 bin bina yıkmak. Bu hızla; 15,5-20 milyon konutun da içinde bulunduğu Türkiye’deki yapıların yaklaşık yarısının cumartesi dahil teorik olarak 2200 iş gününde (7- 8 yılda) yıkılacağı tahmin edilebilir.

Her firmada bulunmasa da ‘uzun erimli yıkım makineleri’ ile binaların bir günde yıkılabileceği ve enkazını 5-6 günde kaldırılacağı tahmin ediliyormuş. Ne var ki, Yıkım Müteahhitleri Derneği (YMD)’nin açıklamalarına göre Türkiye’de bu kadar binayı yıkacak şirket ve araç yok. Ellerindeki araçlarla bu kadar binanın yıkımı 20-30 yıl sürebilirmiş. YMD resmi moloz döküm sahalarının şehir merkezinin dışında olması; yakıt, nakliye ve enkaz yükleme ücretleri nedeniyle bin m2 bina enkazının kaldırma maliyetlerinin 25 bin TL olacağını tahmin ediyor.

Kentsel Dönüşümün Cabası

Türkçemizde bir işin hesaplanmayan (çoklukla olumsuz) yönlerini anlatırken “Bu da işin cabası!” deriz. Caba, Türk Dil Kurumu (TDK) Büyük Türkçe Sözlüğü’nün olumlu bir vurgu verilmiş anlamına göre: “Bir şey ödemeden, para vermeden alınan şey; bedava” demek. ‘Bina’ sözcüğündeki kargaşada olduğu gibi 12 Eylül Darbesi’nin Türkiye’ye armağan ettiği cabalardan birisi de  pekçok dil sorununda hâlâ “bina okuyan” ve “bırakıldığı tarihte otlayan” TDK’nu oluşturan üyeleri seçen YÖK ve  Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu değil midir?

KDP’nin, yazımın konusu dışındaki cabaları kabaca şunlar: İstanbul örneğinde olduğu gibi  “Kentlerin ruhunun bir daha geri gelmeyecek biçimde bozulması”, Müze gibi kentlerin müze gibi doku ve peyzajlarının, görsel sanatların üyelerinin (örn. fotoğrafçıların, sinemacıların) esin ve doğal ya da insan yapısı mekân kaynaklarının (Gecekondu, Sulukule  vb gibi dönem filmlerine de konu olacak insani, etnik yapının)tekabül-ü imkânsız biçimde yok edilmesi, kentin ereksiyon indeksinin artmasının getireceği sosyal sorunlar ve yabancılaşmanın ivme kazanması; geridönüştürülen konutlarda eski sakinlerin ötekileştirilmesi, binaların estetik ve işlevsellik bakımından tek tipleştirilmesi ve betonlaşmanın artması; “fakirliğin bir yerden başka yere taşınması”, “kapitalizmin insanların gözüne soka soka toplumsal konfigürasyonun doğal halini bozup piyasa ve üretim araçları koşullarına (ranta) uygun hale sokulması” vb, vb…

Toplumsal Maliyet (Toplumsal Zarar ve Fayda)

Sıra geldi; KDP’nin yazımızın konusu olan toplumsal cabalarına: Çevre bozucu etkenlerden birini veya fazlasını barındıran insan iş ve girişimlerinin yarattığı risklerin neden olduğu tüm toplumsal, ekonomik ve ekolojik kayıplara onun toplumsal (dış) maliyeti denir. Ne kadar karmaşık da olsalar, bütün insan işlerinde fayda ve zarar maliyeti hesaplamalarında hesaplanabilen toplam gelirden, hesaplanabilen gider ve zarar maliyetleri çıktıktan sonra kalan kesinleşmiş kâra bakılır. Ama bunu yapabilmek için kişilerin veya devletin doğru yanıtları alabilmek için doğru sorulmuş soruları içeren kayıt ve ulusal araştırmaları doğru ve güvenilir yapması ve çevre ekonomisini (toplumsal maliyetleri) içselleştirmesi gereklidir. Baraj yapımı sonucu oluşan göldeki mesire (rekreasyon-dinlenme,spor ve eğlence) amaçlı etkinliklerden doğan toplumsal faydalar gibi, iş ve girişimlerin klasik muhasebe (klasik kâr ve zarar) hesapları dışında tuttuğu faydalara da toplumsal fayda denir. Genellikle firmaları ve Türkiye’de kamucu ekonomi modelinden hızla çarpık liberal ekonomiye geçen kamu sektörü; kârlarını gerçekçi tutarken toplumsal maliyetleri topluma terk eder. Toplumsal zararın maliyeti toplumsal faydanın maliyetinden genellikle kat kat fazladır.

Kentsel Dönüşümün Toplumsal Faydaları:

– Depremde binalara bağlı ölüm ve yaralanmalarda azalma: (Nereden biliyorsun; derseniz, ÇŞ Bakanımızın açıklamasına göre TOKİ olarak Ekim 2011’e kadar yapılan 500 bin konut, 1000′e yakın okul, 150 hastanede bugüne kadar deprem hasarı görülmemiş)1939 Erzincan Depremi’nden bu yana ülkemizde 75 bin 60 kişi ölmüş. KDP beklenen büyük İstanbul ve Akdeniz Depremlerinden önce tamamlanabilirse örneğin İstanbul için olası bir depremde bugünkü binalara dokunulmaz ve önlem alınmazsa oluşacağı hesaplanan 50-60 bin binanın hasarı, 70-90 bin ölümün ve bunların doğrudan ve domino etkileri ile oluşacak devasa iç (klasik muhasebe sistemi içinde hesaplanan) ve dış (toplumsal zarar) maliyetlerin engellenmesi mümkün;

– Depremlerin domino etkilerinin önlenmesi: Doğal bir afet olan depremler, insan yapılarında denetimsiz bir yıkım oluşturmaları nedeniyle can ve mal kayıpları dışında da özellikle ekonomik, askeri, güvenlik, sağlık vb alanlarında her noktası tam hesaplanamayan domino etkilerine yol açarlar. Denetimli yıkım bu etkiyi görece hafifletir;

– Tasarruf enerjisi ve Türkiye’nin karbon emisyonlarında azalma: Denetimli yıkımlarla elde edilecek tasarruf enerjisinin (moloz içeriğinin gerikazanım, geridönüşüm ve yeniden kullanımı ile) milli servet kaybını ve karbon salımlarını depremlere göre daha aza indirilmesi beklenir. Yeni yapılacak binalardaki olası yalıtım ve yeşil bina uygulamalarının üreteceği tasarruf enerjisi aynı zamanda karbon emisyonlarımızda sürekli azalmaya yol açabilir;

– Konforlu ve hijyenik koşullarda yaşama:Yeni binalara geçecek hanehalkının sağlık bakımından görece sağlıklı su tüketimi ve iç ortam havasındaki iyileşme vb nedeniyle eski konutlarına göre daha hijyenik koşullarda yaşama olasılığı var;

Kentsel Dönüşümün Sağlıktaki Toplumsal Cabası ve “Hastalık Yükü”nün Öneminin Bilinmesinin Önemi

Sağlık istatistikleri ve sağlıktaki toplumsal maliyet hesaplamaları kayıtlara geçmiş var olan (eldeki) sağlık verilerinden yapılır. Sağlık Bakanlığı (SB) yayınlarında da belirtildiği gibi Türkiye’nin mortalite (ölümlülük), morbidite (hastalıklılık) ve sakatlık (yeti yitimi) nedenleri ve büyüklükleri hakkındaki tam ve kapsamlı nüfus ve hastalık verileri eksiktir. Bu nedenle hastalık ve yaralanmaların ölümcül olan ve olmayan etkilerinin ve önemli sağlık risk etmenlerinin bütün hastalıklar içindeki ağırlığı ve bunların bir toplumdaki çokluğunu gösteren ulusal hastalık yükleri; SB’nca 2004’de yapılan “Türkiye Hastalık Yükü Çalışması”(THYÇ)na kadar bilinemiyordu. Örneğin, 1998 yılına kadar belde ve köylerde ölüm sayısı toplanmadığı için, THYÇ ile bu güne kadar bilinen kaba ölüm hızının Türkiye genelinde yetişkinlerde %20 hatalı olduğu ortaya konmuştur. Kentlerde ölüm sayılarının erkeklerde %12, kadınlarda ise %16 oranında hatalı (eksik) toplandığı anlaşılmıştır. Nüfusumuzun % 35’inin yaşadığı belde ve köylerde ise ölüm sayısı toplanmadığı için 1998 öncesinde köy ve beldelerde ölüm hızı zaten hiç bilinmiyordu. Bir başka bilinemeyen sağlık istatistiğimiz de meslek hastalıklarıdır. Ülkemiz sağlık bildirim ve kayıt sistemindeki aksaklıklar nedeniyle meslek hastalıklarının % 99,9’unu bilmiyor. Avrupa birincisi, Dünya üçüncüsü olduğumuz iş kazalarında ise benzer nedenlerle kayda geçme oranı düşük.

Bu durum, KDP’nin sağlıktaki toplumsal cabasının bilinmezliğini daha da arttırmaktadır.  Bu nedenle, Türkiye’nin 2004 yılında ilk (şimdilik son) kez hesaplayabildiği “bir kişinin erken ölmesi nedeni ile kaybetmiş olduğu yıllar ile herhangi bir rahatsızlığı nedeni ile sakat olarak sürdürdüğü yaşam yıllarının birlikte ifade edildiği” hastalık yükü (Disability Adjusted Life Years-DALYs) (Sağlıksız (Maluliyet içinde) Sürdürülen Yaşam Yılları) kavramının bilinmesinin öneminin: Yurttaşlar, çıkar grupları, demokratik kitle ve sivil toplum örgütleri, çevre korumacılar ve karar vericiler tarafından bilinmesinin önemini daha da artmaktadır.

Hastalık yükü: Bir ülkede görülen bütün hastalıkların insanlara kaybettirdiği veya sakat olarak geçirilmesine neden olduğu yılların toplamı içindeki, herhangi bir hastalığın (ölüm veya sigara içme ya da sişmanlık gibi bir sağlık riskinin) yüzde cinsinden ağırlığını gösterir. Yani o hastalığın, bütün hastalık ve ölüm nedenleri nedeniyle ülke nüfusunun kaybettiği veya sağlıksız geçirdiği yaşam yılları içindeki payını. Örneğin THYÇ’na gore 2004 yılında Türkiye’nin astım yükü toplam 132.392 yıldır ve bu, erkeklerdeki hastalık yükünün % 1,3’ü; kadınlardaki hastalık yükünü ise % 1,2’sidir.

Sonuçta, her hastalık ve ölüm nedeni için DALYs’in bilinmesi; hastalık yükü (öldürücülüğü ve sakatlık yapıcılığı) az, ama sayısı veya toplumda çıkardığı ses çok ya da toplumca daha görünür (sansasyonel) ve korkunç olduğu için kamuoyu baskısı çok olan hastalık ve ölüm nedenleri (Örn. pasif sigara içiciliğinden gelen hastalık riski veya AIDs) yerine hastalık yükü gerçekten ağır veya yükü bilinmediği için yok sayılan hastalık veya hastalık nedenlerini (Örn. aktif tütün kullanımının her çeşidi, meslek hastalıkları, iş ve trafik kazaları, terör nedenli hastalık, yaralanma ve ölümler ya da hava kirliliği nedenleri) ortadan kaldırmak için doğru bütçe ve politika yapılmasına yardımcı olur.

Kentsel dönüşüm yıkımlarının arttırabileceği hastalık ve ölüm nedenleri

Yıllar sürecek KDP’nin, genel toplum içindeki aşırı duyarlı insanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve yoksullar ile yıkım ve enkaz kaldırma işçileri üzerinde daha fazla olmak üzere ve hemen (etkenle karşılaşma anında), yakın ve uzak gelecekte görülecek insan sağlığındaki toplumsal maliyetleri kabaca şunlardır:

– Meslek hastalıkları:(hastalık ve ölümlülük yükümüz henüz hesaplanmadı) Özellikle 1996 öncesinde üretilen çimentolarda katkı maddesi olarak asbest kullanıldığı için sıva ve betondan tozlaşma nedeniyle asbestos ve kumdaki silisyum nedeniyle silikozis hastalığında artışlar beklenir (ÇŞ Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkiliye göre: Yurtdışında asbest gibi izolasyonda kullanılan zararlı maddeler molozdan arındırılıyor. Bizim de buna ilişkin yönetmelik çalışmamız var. 2015 yılında konuya ilişkin yönetmelik yürürlüğe girecek.”), ama bizim endişemiz molozdan arındırılması mümkün olmayan çimento içindeki asbesttir;

– İş kazaları: (hastalık ve ölümlülük yükümüz henüz hesaplanmadı) İş kazalarımızın çoğu inşaat sektöründe görülüyor;

– Genel toplumdaki genel hastalık artışı:(Bazıları dışında bütün hastalıklara ait hastalık ve ölümlülük yükümüz henüz tek tek açıklanmış değildir); Yıkımda ve depolama alanında tozlaşan moloz içeriğinin (havada asılı kalan ve öksürük refleksi yapmayan küçük parçacıklar-PM) solunmasına ve havadan yağan tozla değinmeye ve egzoz gazları salımları artışlarına bağlı başta astım ve KOAH olmak üzere diğer solunum, dolaşım, kulak, burun, boğaz, göz, deri hastalıkları ve kanserlerinde ve hastalık yüklerinde artışlar beklenir.  Bunlardan, yukarıda bahsettiğimiz ettiğimiz astım ve astım krizlerinin ölümlülük yükü bilinmiyor, ama THYÇ’na (2004) gore kentlerde yaşayan erişkinlerin (18 yaş üzerindekiler) %3,4’üne hekim tarafından astım tanısı konmuştur ve kentlerdeki erişkinlerin %13,1’inde son 12 ay içinde hırıltılı solunum, ıslıklı nefes şikayeti vardır. Diğer solunum yolları hastalıkları Hastalık Yükü %6,3; ölümlülük yükü %4,5’dür. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre 10 mikron veya daha küçük boyutlu askıda katı maddeciklerin (PM10) her solunan havada her 10 mikrogram artışı toplam ölüm sayısında %10’luk; bronşit hastaları sayısında ise %2,9’luk bir artış yapmaktadır. 1999 yılında yapılan bir başka bir araştırmaya göre ise: Türkiyede 6-14 yaş çocuklarda astım yüzdesi İstanbul’da %21,5, Adana’da ise %22,7; Ankara’da ise %16,3’dir.

Oluşan enkazın hangi içerikten ve kaç tondan oluşacağı, nereye döküleceği, ne yapılacağı, herhangi bir geri dönüşüm çalışması olup olmadığı bilinmiyor (Bizim moloz hacmi hesabımız aşağıda, “ekolojik çevre sorunları” başlığı içindedir). ÇŞ Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkiliye göre Büyükşehir belediyeleri ile temasa geçen ÇŞ Bakanlığı’nın, kurulacak tesislerde inşaatın beton hafriyatının makinelerle kırılmasını sağlayacağı; ortaya çıkan malzemenin ise yeni yol, beton ve kaldırım taşı yapımında kullanılması üzerinde durulduğu” belirtilmiş. “Nüfusu 100 bin ve üzerinde olan şehirler ile büyükşehirlerde özel sektör tarafından her türlü inşaat hafriyatı için arıtma tesisleri kurulması planlanıyor”. Ne zaman? Yıkımlar başladı bile. Oluşan ve yer altına gömülemeyeceği ve yeni bir geri kazanımla yeni ürünlere çevrilemeyeceğine göre enkazın döküldüğü ve işlendiği alanların çevresindeki yerleşim yerlerindeki toplumda döküldüğü alanlarda tozlaşması kuvvetle muhtemel;

Karayolu Trafiği ve motorlu taşıt kazaları: (Hastalık yükümüz % 2,4; Ölümlülük yükümüz % 3,3);

– Psikolojik hastalıklar: (hastalık ve ölümlülük yükümüz henüz hesaplanmadı, THYÇ’na göre unipolar depresif hastalıklarda hastalık yükümüz %3,9). Gürültü, trafik keşmekeşi ve yıkılacak binalardaki ailelerin yer değiştirmesine, yaşam konforundaki azalmaya ve yeni sosyo-ekonomik sorunlara bağlı olan psiko-bedensel hastalık artışları, iş ve eğitim veriminde düşme beklenir;

Sonuç olarak KDP, sağlıkta hepsi de önlenebilir erken ölümler, kısmi ve tam iş günü kayıpları, acil servis ve hastane yatışlarındaki artışlar ve aşağıda anlatıldığı gibi tarımsal alan ve ekolojik kayıpların gibi istenirse hepsi de devlet tarafından parasal olarak hesaplanabilen ulusal (toplumsal) ve bireysel maliyetlere neden olacaktır.

Ekolojik Çevre Sorunları

Çöp depolama alanları Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerektiren işlerdendir. TDK Güncel Türkçe Sözlüğü’ne göre, “toprak ve kireçle karışık taş kırıntıları, inşaat artığı” anlamına gelen moloz inşaat çöpüdür ve depolanma alanlarının Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) ve Sağlık Etki Değerlendirmesi (SED), yani mevzuatımızdaki ismiyle Gayri Sıhhi Müessese (GSM) izinleri almış olmaları gerekir.

Genellikle, kentlerdeki vahşi olmayan (düzenli) evsel katı atık (çöp) depolama alanlarının projedeki örtü yüksekliğine bağlı hacmi ve yüzölçümleri hesaplanabilir. Vahşi olarak depolanacağı belli olan KDP hafriyat molozunu depolama alanlarının yüzölçümlerini, yapı malzemesi içeriklerinin standart olmayan çeşitliliği ve bilinemezliği nedeniyle hesaplamak zor. Akışkan olan kum içeriği nedeniyle molozun vahşi depolanma alanlarının yüksekliği bizce 1,5-2 metreden çok olamaz. İnternet ortamından 100 m2 bina için ortalama 38 m3 beton ve 3,5 ton demir harcandığını; 3,5 ton demirin de 0,5 m3 olduğunu; bir m2 duvar ya da çatıya 6,6 adet gaz beton, 25 adet havalı tuğla, 15 adet kiremit kullanıldığını öğreniyoruz, ama bin m2 binanın hacimsel olarak yüzde kaçının duvar, sıva ve diğer malzemelerden oluştuğunu internetten bulunamadık. TÜİK Ulusal araştırmalarından anlaşıldığı üzere hatalı ve eksik sorular nedeniyle veri toplamasını bilmeyen Türkiye’de yıkılacak binaların kaçta kaçının hangi yapı malzemesinin hangi hacimsel ve ağırlıktan oluştuğunu bilmek ve bir moloz depolama alanı risk analizi yapmak zor. YKD’nin “Bir binanın ortalama 5-6 katlı ve her katta iki daireden oluştuğunu varsayılarak yaptığı hesaplamalarda (ortalama 10-12 daireli-haneli) her binada bin m2’lik inşaat alanı olacağı ve m2 başına 8-10 kilo hurda demir çıkacağı” hesabından hareketle demir ve diğer malzeme (tuğla, ahşap-plastik vb doğrama, demir, sıva kumu vb) hariç Türkiye’nin Kentsel Dönüşüm enkazının, sadece demiri alınmış beton (çimento ve kum) cinsinden ve en küçük hacimli tahminle en az 242 milyon m3 (2,42 milyar m3) olması beklenir (Ortalama bir kamyon kasasının 10 m3 olduğu canlandırmasıyla en az toplam 24 milyon kamyon). Türkiye’de yaklaşık 18,5 milyon hane olduğuna göre, molozun içindeki hesaplan(a)mayan diğer malzemeler hariç hane başına en az 13 m3’den fazla beton molozu düşer. En sıkı ve en küçük hacimden hesaplanan bu moloz 1.5-2 metre yüksekliğinde depolanması halinde 202 binden fazla futbol sahası büyüklüğündeki (161,3 bin dönüm) araziyi işgal eder. Daha kalın depolamalar molozun içinde büyük beton kütleler ve akışkan kumsal malzeme nedeni ile olanaksız görünüyor.

Servis yolları vb düşünülmeden yapılmış sadece en küçük hacim üzerinden hesaplarla yapılan, depolama alanlarının tahmini büyüklüğü görüldüğü gibi korkunçtur. Türkiye’nin geçmişteki ve şimdiki kötü çevre sicilinden bakarsak; KDP kervanın yolda düzüleceği, moloz depolama alanlarının tarım alanları, su kaynakları ve kırsal yarleşimler üzerine/yakınına ÇEDve GSM ruhsatlandırması yapılmadan konuşlandırılacağı ve bu sırada bilinmeyen sayıda fincancı katırının ürkütülmemesi için bol bol yalan söyleneceği anlaşılmaktadır. Ne yazık ki, “Yalan ne kadar büyük olursa o kadar çok inanan olur!” ve ne hüzünlüdür ki “En kötü yalan halka ve çocuklara söylenen yalandır”.

Ne yapılmalı?

– Toplumsal olarak yapılabilecekler:

Yasalarımız oldukça iyi olmakla birlikte uygulamalarımız plansız ve çok kötüdür. Genel toplum sağlığı ve ekolojik çevrenin korunması için, moloz depolama alanları ÇED ve GSM süreçlerinden geçirilmeden yıkıma başlanmamalıdır.  İşçiler ve genel toplum sağlığını korumak için özel koruma önlemleri işverence alınmalı ve aldırılmalıdır.

b) Kişisel olarak yapılabilecekler:

Devlet üzerine düşeni yapsa da yapmasa da; bireylerin yukarıdaki maliyetleri azaltma niyeti, çabası ve bilgisi olmalıdır. Bireysel önlemler daha çok yıkım anında yıkımın çok yakınında ve rüzgar altında kalan binalarda yaşayan, çalışan, okuyan ve de moloz depolama alanları çevresinde olup depolama alanının rüzgar altında kalan yerleşim yerlerinde yaşayanlar için geçerlidir. Toz yere ininceye veya toz kaldıran rüzgar ya da gürültü kesilinceye kadar pencerelerin açılmaması; okullarda öğrencilerin açık havaya çıkarılmaması; zorunlu hallerde ve astım hastalarında basit toz maskeleri yeterli ve etkin önlemdir. Moloz depolama alanlarının rüzgar üstündeki sınırlarından başlayarak yöreye uygun (ekolojik) bir peyzaj tasarımı ile yaprağını dökmeyen ağaç ve ağaççıklardan oluşturulmuş rüzgarı azaltıcı engeller önemli ve faydalıdır…/.

22.11.2012